Robert Pickton davası, Kanada’nın en korkunç seri cinayet vakalarından biri olarak tarihe geçti. Yıllar boyunca, özellikle Vancouver’ın düşük gelirli kesimlerinde kaybolan kadınların sırrı, Pickton’ın çiftliğinde yapılan şok edici keşiflerle aydınlanmaya başladı. Bu korkunç dava, yeni bir gelişmeyle tekrar gündeme geldi. Pickton’ın hapishane hücresinde bulunan 200 sayfalık el yazması, yıllardır çözülmeyi bekleyen sorulara yanıt olabilecek nitelikte.
200 Sayfalık El Yazması ve Soruşturmada Yeni Gelişmeler
31 Mayıs 2023’te 74 yaşında hapishanede hayatını kaybeden Robert Pickton’ın hücresinde bulunan “Hayatım gerçekten gördüğüm gibi” başlıklı 200 sayfalık el yazması, davanın karanlık geçmişine ışık tutabilir. Polis yetkilileri, bu yazıların Pickton’ın çiftliğinde bulunan DNA profilleri ile yeni bağlantılar sağlayabileceğini umuyor. Ancak polis sözcüsü, yazının içeriğinin henüz soruşturmalarda belirleyici bir cevap sağlamadığını açıkladı.
Kayıp Kadınların Gizemi
1990’ların sonlarından 2000’li yılların başlarına kadar, Vancouver’ın düşük gelirli bölgesi Downtown Eastside‘da çoğunlukla seks işçileri ve uyuşturucu bağımlıları olmak üzere çok sayıda kadın kaybolmaya başladı. Aileler ve topluluk, bu kaybolmalar karşısında büyük bir endişe yaşarken, polis başlangıçta olayı çözmekte yetersiz kaldı. Yetkililere defalarca yapılan başvurular çoğu zaman görmezden gelindi.
Pickton Çiftliğine Baskın ve Tutuklama
2002 yılında, Robert Pickton’ın çiftliğine yapılan baskının asıl amacı yasadışı silahların varlığına dair bir ihbarı araştırmaktı. Ancak, baskın sırasında beklenmedik şekilde kaybolan kadınlara ait kalıntılar bulundu ve soruşturma genişletildi. Çiftlikte yapılan araştırmalar sonucunda, toplamda 26 kadının kaybolduğu ya da öldürüldüğü ortaya çıkarıldı. Kurbanların çoğu, sosyoekonomik zorluklar yaşayan marjinal bireylerdi.
22 Şubat 2002‘de Pickton tutuklandı. İlk başta silah suçlamalarıyla karşı karşıya kalsa da daha sonra çiftlikteki deliller doğrultusunda 26 kadının cinayetiyle suçlandı. 2007 yılında yapılan yargılama sonucunda Pickton, altı kadının öldürülmesinden suçlu bulunarak ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ancak diğer cinayetlerle ilgili soruşturmalar sürmekteydi ve aileler hala adalet bekliyordu.
Ailelerin Tepkisi ve Yeni Umutlar
Pickton’ın hücresinde bulunan el yazması, hem polis hem de öldürülen kadınların aileleri tarafından büyük bir ilgiyle takip ediliyor. Öldürülen kadınlardan birinin kuzeni olan Lorelei Williams, “Onun tarafından yazılmış herhangi bir belge ailemin bilmek isteyeceği bir şeydir” diyerek, yazının içeriğinde aileleri için ipuçları olabileceğini dile getirdi. Yıllardır süregelen acılar, Pickton’ın yazdıklarının ailelere daha fazla bilgi sağlayabileceği umudunu doğurdu.
Polisin, Pickton’ın çiftliğinden el koyduğu 15 bin parça eşyanın imha edilme planı ise aileler ve avukatlar tarafından tepkiyle karşılandı. Aileler, bu eşyaların yok edilmeden önce tamamen incelenmesi gerektiğini savunuyor. Adalet arayışları henüz bitmemiş olan aileler, kaybettikleri sevdiklerinin akıbetini öğrenme umudunu koruyor.
Toplumun Adalet Arayışı
Robert Pickton vakası, Kanada’nın tarihindeki en trajik ve sarsıcı seri katil vakalarından biri olarak hafızalarda derin bir iz bıraktı. Bu dava, yalnızca adli bir mesele olmanın ötesine geçerek, toplum ile kolluk kuvvetleri arasındaki güven ilişkilerini de sorgulatan bir olaya dönüştü. Özellikle Vancouver’ın düşük gelirli mahallelerinde yaşayan kadınların kaybolması ve bu kayıpların uzun süre fark edilmemesi, yerel halkın büyük bir hayal kırıklığı yaşamasına neden oldu. Toplum, polisin bu kaybolan kadınlarla ilgili yetersiz müdahalesini defalarca eleştirdi ve yetkililerin bu olaylara karşı daha hızlı ve etkili bir şekilde harekete geçmesi gerektiğini vurguladı.
Olayın ciddiyeti ve yaygınlığı göz önünde bulundurulduğunda, Robert Pickton vakası, sadece mağdur aileler için değil, genel anlamda toplumsal bir adalet arayışı haline geldi. Toplum, kaybolan ve öldürülen kadınların adaletine kavuşması için çok daha fazla önlem alınmasını talep etti. Bu talepler, sadece kaybolan kadınların ailelerini değil, kadınların güvenliği konusunda farkındalık yaratmak isteyen sivil toplum örgütlerini de harekete geçirdi. Kadın hakları savunucuları, olayın boyutlarının daha geniş çapta ele alınması gerektiğini savundu ve bu durum, toplumun kolluk kuvvetlerine olan güveninin zedelenmesine neden oldu.
Pickton’ın hücresinde bulunan el yazmaları, kurbanların ailelerinin ve toplumun adalet arayışını tekrar canlandırdı. Bu yazıların içeriği, uzun yıllardır çözülmemiş sorulara yanıt olabilecek mi sorusu, yeni bir umut doğurdu. Olayla ilgili gelişmeler, Kanada’da özellikle kadın güvenliği konusundaki tartışmaları da yeniden gündeme getirdi. Birçok kişi, kadınların güvenliğini sağlamak için daha güçlü ve etkili yasal önlemler alınması gerektiğini vurgularken, bu tür olayların tekrar yaşanmaması için toplumsal bilinçlendirme kampanyaları düzenlenmesi gerektiği konusunda hemfikir oldu.
Sonuç olarak, Robert Pickton vakası, yalnızca adli bir suç vakası olarak kalmadı; aynı zamanda toplumsal bir travmanın ve adalet arayışının simgesi haline geldi. Bu dava, Kanada’nın adalet sisteminin işleyişi, özellikle de kadın güvenliği konusundaki eksikliklerini ortaya çıkardı ve toplumda geniş çapta bir değişim talebine yol açtı.