Ünlü gazeteci Fatih Altaylı, 23 Mayıs gecesi İstanbul’daki evinin önünde yaşanan skandal bir olayla kamuoyunun gündemine oturdu. Fatih Altaylı, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, bir grubun evinin bulunduğu bölgeye gelerek tehdit içerikli bir pankart astığını duyurdu. Bu olay yalnızca bir provokasyon değil, aynı zamanda doğrudan bir gözdağı girişimi olarak değerlendiriliyor.
Gece saatlerinde yaşanan bu gelişme, gazetecilere yönelik tehditlerin ulaştığı tehlikeli boyutu bir kez daha gözler önüne serdi. Altaylı’nın açıklamaları, hem medya dünyasında hem de kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.
Olayın Detayları: Pankartla Gelen Mesaj
Gazeteci Fatih Altaylı, olayın ardından sosyal medya hesabından şu ifadeleri kullandı:
“Dün gece bir grup haydut evimin bulunduğu mahalleye gelip kendi iğrençliklerini gösteren bir pankart astılar ve bunu asma nedenlerini de bir yalanla ifade ettiler. Bölgedeki kamera görüntüleri ile suç duyurusunda bulunuyorum. Umarım İstanbul Emniyeti gerekeni yapacaktır. Çünkü bu açık bir ‘yaşadığın yeri biliyoruz’ tehdididir.”

Bu açıklama, olayın yalnızca bir pankart vakası olmadığını, aynı zamanda ciddi bir güvenlik riski taşıdığını ortaya koyuyor. Tehdit, sadece sözlü değil; doğrudan fiziksel bir alanı hedef alan bir mesaj niteliği taşıyor.
Organize Algı Operasyonu mu?
Söz konusu pankart olayının ardından sosyal medyada yapılan paylaşımlar, dikkat çekici bir detayla daha gündeme geldi. Özellikle bazı AKP’li trollerin ve onlara yakın isimlerin, tehdit içeren pankartı paylaşmaları ve bunu aynı vurgularla servis etmeleri, “organize bir algı operasyonu mu yürütülüyor?” sorusunu akıllara getirdi.
Bu paylaşımlarda, Altaylı’nın İsrail asıllı şarkıcı Linet’e yapılan saldırı hakkındaki yorumları “İsrail savunusu” olarak lanse edilerek, hedef gösterildiği iddia edildi. Bu sistematik tavır, bireysel bir nefret söyleminin ötesine geçip, koordineli bir linç girişimini andırıyor.






Emniyet Birimleri Göreve Çağrıldı
Altaylı’nın açıklamasında en çok dikkat çeken nokta, İstanbul Emniyeti’ne açık bir çağrıda bulunması oldu. “Gerekenin yapılmasını umuyorum” ifadeleri, bir gazetecinin kişisel güvenliğini sağlama talebinin ötesinde, bir kamu görevinin yerine getirilmesi çağrısıdır.
Gazetecilerin, özellikle kamusal alanda fikir beyan ettikleri için bu tür tehditlere maruz kalmaları, demokrasilerde kabul edilemez bir durumdur. Bu bağlamda Altaylı’ya yönelik tehdit, yalnızca bireysel bir vaka değil; basın özgürlüğüne yönelik genel bir tehdit olarak da değerlendirilmelidir.
Kamuoyundan ve Meslektaşlarından Destek Yağıyor
Olayın ardından çok sayıda basın mensubu, STK ve sosyal medya kullanıcısı Altaylı’ya destek mesajları gönderdi. Basın özgürlüğünün ve ifade hürriyetinin korunması gerektiğini belirten mesajlar, aynı zamanda bu tarz provokatif eylemlerin toplumda karşılık bulmaması gerektiğini vurguladı.
Toplumun her kesiminden gelen destek mesajları, bu tür saldırıların yalnızca hedef alınan kişiyi değil, tüm kamuoyunu ilgilendirdiğini bir kez daha ortaya koydu. Olayın sorumlularının tespit edilerek yargı önüne çıkarılması, hem hukukun üstünlüğü hem de basın özgürlüğü açısından hayati bir adım olacaktır.