11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına ilişkin sessizliğini bozdu. Siyasi kutuplaşmanın ülkeye zarar vereceğini belirten Gül, iktidar ve muhalefeti hukukun üstünlüğüne sahip çıkmaya davet etti.
Gül, Karar Gazetesi’ne verdiği röportajda şu sözlerle tepki gösterdi:
“Vaktiyle Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve şahsıma yapılan haksızlıkları hatırlayalım. Kamu vicdanı bunu kabul etmemişti. Bugün de benzer yanlışlar Ekrem İmamoğlu’na yapılmamalı.”
“Hukukun Üstünlüğü Korunmazsa, Türkiye Kaybeder”
Türkiye’nin iç politikada tansiyonun yükseldiği, ekonomide toparlanma sürecine girildiği bir dönemde böyle bir krizle karşı karşıya kalmasının olumsuz sonuçlar doğuracağını vurgulayan Gül, şu ifadeleri kullandı:
“Böyle bir çalkantının içine girmek bizi ileriye götürmez. Türkiye’nin her anlamda büyük değişimler yaşadığı bir süreçte, hukuk ve hakkaniyet kaybedilirse asıl kaybeden ülkemiz olur.”
Ekonomi ve dış politika alanında önemli kazanımların tehlikeye atılmaması gerektiğini ifade eden Gül, “Türkiye Avrupa’nın yeniden odak noktası haline gelirken, içeride böylesine sert bir ayrışma kimseye fayda sağlamaz” dedi.
“Siyasette Çatışma Dili Hakim Olmamalı”
İktidar ve muhalefet arasındaki keskin gerilimin uzlaşı kültürüne zarar verdiğini belirten Abdullah Gül, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Seçimlere daha üç yıl varken, çatışma ve gerilim siyaseti ülkeye fayda sağlamaz. Sürdürülebilir bir siyasi ortam, karşılıklı diyalogla mümkündür.”
Gül ayrıca, yargının bağımsızlığına vurgu yaparak “hukuki süreçlerin evrensel standartlara uygun yürütülmesi gerektiğini” söyledi ve medya özgürlüğünün de kısıtlanmaması gerektiğini belirtti.
Gül’ün açıklamasının tamamı:
“Son günlerde İstanbul Belediye Başkanı ve beraberinde birçok kişinin gözaltına alınmasıyla başlayan süreci yakından endişeyle izliyorum. Türkiye içinde olduğu gibi Türkiye dışında, yabancı basında da geniş yankı bulan bu sürece gelinmesi gerçekten üzüntü verici.
Halbuki içeride, ekonomik reform programına olan güven giderek artmışken, çok büyük problemlerle devir alınan ekonomide, sorunlara rağmen bir toparlanmadan bahsedebiliyorduk. Tekrar güven ortamı oluşmaya başlamıştı. Yine içeride siyasi anlamda kritik gelişmelerin içinden geçtiğimiz bir döneme girdiğimiz malum. Uzlaşı ve diyalog dilini yakalamak üzereydik.
Tarihi bir adım olan “barış sürecini” desteklediğimi daha önce açıkça beyan etmiştim. Çok cesurca başlatılan bu süreçte, sabırlı bir şekilde stratejik adımlar atılarak 4o yıllı aşkın süregelen bir problemin aşılabilmesi ihtimali hepimizi şüphesiz heyecanlandırdı. İçimizi umutla doldurdu.
Dış politika anlamında, ne kadar stratejik bir jeopolitik öneme sahip olduğumuzu Avrupa ve ötesi sonunda yeniden kavrayabildi. Gerek Suriye’deki yeni yönetimle ilişkilerimiz gerekse Filistinli kardeşlerimizin uğradığı mezalime ilişkin Arap ülkelerinden bile fazla çıkardığımız sesimiz sağlam duruşumuzun göstergesi. Bu konularda sürdürülebilir çözüm arayışlarının önemli bir parçasıyız.
Rusya-Ukrayna savaşının sona ermesine yönelik önemli aktörlerden biri olduğumuzu biz değil tüm Avrupa ve dünya söylemeye başladı. Bu konuda Avrupa’da gerçekleştirilen kilit konferanslarının en önemli davetlileri arasında yerimizi aldık.
Bundan da öte, ABD’nin Avrupa güvenliğinin sağlanmasında geri çekilmeye başladığı bir dönemde, yeniden şekillenmekte olan Avrupa güvenlik mimarisinin en mühim saç ayaklarından biri olduğumuz aşikar. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin yeniden canlanması için karşılıklı elverişli şartların da oluştuğunu görüyoruz. Ancak her zaman dediğim gibi evimizin içi sağlam olursa bu gücümüzü dışarıya yansıtabiliriz. Yoksa önümüze çıkan tarihi fırsatı kaçırırız.
Son günlerde evimizin içinde maalesef bir türbülans baş gösterdi. Daha bir sonraki seçimlere 3 seneye yakın zaman varken, bazı sorunlar siyasi diyalogla ve formüllerle çözülebilecekken böyle bir çalkantı içinde kalmak bizi ileriye götürmez.
Vaktiyle Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve şahsıma yapılan haksızlıkları kamu vicdanının nasıl kabul etmediğini hatırlayalım. Benzer yanlışlıklar halkın iradesiyle belediye başkanı seçilmiş olan Ekrem İmamoğlu’na da yapılmamalı.
Saati geriye alma, benzer sıkıntıları tekrar yaşama lüksümüz yok. Buna zemin hazırlayacak girişimlere de hiç gerek yoktu. Bu tür çalkantılar, Türkiye’de hiçbir kesime ne iktidara ne de muhalefete hayır getirmedi, getirmez de. Hukuk ve hakkaniyeti kaybetmemeliyiz. Yoksa Türkiye kaybeder.
Elbette ki yargıya konu olan meseleler usulünce ele alınmalı. Bunun da evrensel ilkelere yakışır olması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Vaktiyle yaptığımız hukuki reformların bunun için olduğunu hatırlayalım. Aksi halde bugünün sorunları, yarının yükü olarak karşımıza çıkar. Karşılıklı taktiksel atılan adımlar uzun vadede yolumuza taş olur.
İktidar ve muhalefet arasında gerginliğin tırmanmasının hiçbir faydası yok. Böyle bir durum sürdürülebilir de değil. Dolayısıyla bir sonraki seçimlere bu kadar süre varken, çatışma dili hakim bir siyaset izlemek yersiz olur. Yarının ne getireceğini şimdiden bilemeyiz.
Vatandaşları galeyana getirecek hamlelerden tabii ki kaçınılmalı. Bu dikkatli bir şekilde yapılırken, vatandaşların haber alma özgürlüğü de daraltılmamalı. Bugün yaşananların ekonomiden dış politikaya Türkiye’nin yakın ve uzak geleceği için olabilecek etkileri iyi hesaplanmalı.
Dolaylısıyla bu gerginliğin bir an önce yatıştırılmasına ihtiyaç bulunuyor. Uzayabilecek ve çıkmaza sürüklenebilecek yargılamalardan kaçınılması önemli. Bu sürecin maksimalist bir anlayış içermemesi gerekir.”